Gençlik AkademisiTarih Kültür ve Medeniyet

Tarih, Kültür ve Medeniyetimiz Işığında Günümüzdeki Olayları Yorumlama

7.5. Tarih, Kültür ve Medeniyetimiz Işığında Günümüz Olaylarını Anlama 

Merhaba Arkadaşlar!

Bugün sizlere tarih, kültür ve medeniyet kavramlarının günümüzdeki önemi ve bu unsurların ışığında yaşadığımız olayları nasıl yorumlayabileceğimizi kapsamlı bir şekilde açıklayacağım. Geçmiş, yalnızca yaşanmış olayların kaydı değil; aynı zamanda bizler için bir rehberdir.

Tarih Nedir?

Tarih, geçmişte yaşanmış olayların, toplumların ve bireylerin deneyimlerinin incelenmesidir. Tarih, yalnızca geçmişi kaydetmekle kalmaz; aynı zamanda bu olayların nedenlerini, sonuçlarını ve arka planını anlamamıza da yardımcı olur.

  • Geçmişi Anlamak: Tarih, insanlığın geçmişte nasıl yaşadığını, nasıl düşündüğünü ve toplumsal yapıları nasıl şekillendirdiğini anlamamıza yardımcı olur. Geçmişi bilmek, bugün karşılaştığımız sorunlara dair daha derin bir perspektif sunar.
  • Dersler Çıkarmak: Tarih, geçmişteki hatalardan ders almanın bir yoludur. Bu dersler, gelecekte daha bilinçli kararlar almamıza yardımcı olabilir. Örneğin, tarih boyunca yaşanan savaşlar, barış anlaşmalarının ve diplomatik çabaların önemini gösterir. Geçmişte yaşanan krizlerin analizi, benzeri olayların önlenmesine yönelik stratejilerin geliştirilmesine katkıda bulunur.
  • Kimlik Oluşturma: Tarih, bir ulusun veya toplumun kimliğini şekillendiren unsurlardan biridir. Geçmişte yaşanan olaylar, kolektif hafızamızı ve toplumsal değerlerimizi belirler. Bu bağlamda, tarih eğitimi bireylere köklerini anlama ve ruhsal kimliklerini geliştirme imkânı sunar.
  • Etnik ve Kültürel Bağlantılar: Tarih, farklı toplumlar arasında köprüler kurar. Farklı etnik ve kültürel grupların tarihsel bağlarını anlamak, eşitlikçi ve adil bir toplum oluşturmanın temelidir.

Kültür Nedir?

Kültür, bir toplumun ortak değerleri, inançları, gelenekleri, sanatları ve yaşam tarzını içeren dinamik bir yapıdadır. Kültür, bireylerin ve toplumların nasıl düşündüğünü, hissettiğini ve davrandığını şekillendirir.

  • Kültürel Çeşitlilik: Her toplum kendine özgü kültürel unsurlara sahiptir. Kültürel zenginlik, toplumlar arasında paylaşılan değerleri ve deneyimleri zenginleştirir. Farklı kültürleri tanımak, dünya görüşümüzü genişletir ve toplumsal hoşgörüyü artırır.
  • Duygusal ve Sosyal Bağlantılar: Kültür, bireyler arasındaki sosyal bağları güçlendirir. Ortak kültürel unsurlar, topluluk duygusunu pekiştirir ve insanları bir araya getirir. Bu bağlar, toplumsal dayanışmayı artırarak, sosyal sorunların çözümünde etkili bir araç haline gelebilir.
  • Sanat ve İfade Biçimleri: Kültür, farklı sanat dalları aracılığıyla kendini ifade eder. Müzik, edebiyat, resim ve diğer sanat formları, bir toplumun değerlerine ve duygu durumuna ayna tutar. Sanat, kültürlerin birleştiği bir platform olarak özgür düşünceyi ve yaratıcılığı teşvik eder.
  • Dil ve İletişim: Dil, kültürün temel unsurlarından biridir. Dil, birlikte yaşamanın ve düşüncelerin aktarılmasının aracıdır. Kültürel ifadeler, dil ile birlikte şekillenir ve bu da toplumsal kimliğin güçlenmesine katkı sağlar.

Medeniyet Nedir?

Medeniyet, bir toplumun sosyal, politik ve ekonomik organizasyon düzeyini ifade eder. Medeniyet, kültürel ve bilimsel gelişimlere dayanarak toplumların ne kadar geliştiğini gösterir.

  • Gelişmiş Sosyal Yapılar: Medeniyetler, insanların bir arada yaşamasını sağlayan sosyal yapılar oluşturur. Bu yapılar, hukukun, eğitim sisteminin ve ekonomik düzenin gelişimini içermektedir. Zayıf bir sosyal yapı, bireylerin hayat standartlarını olumsuz etkileyebilir.
  • İnovasyon ve İleri Düşünce: Medeniyet, sürdürülebilirlik, yeniliği ve bilimsel düşünceyi teşvik eder. Tarih boyunca medeniyetler, bilimsel buluşlar ve kültürel gelişmeler yolu ile ilerlemiştir. Bilim ve teknoloji, medeniyetlerin huzurunu korumak ve geliştirmek için hayati öneme sahiptir.
  • Tarihsel Etkileşimler: Farklı medeniyetler arasında karşılıklı etkileşim, yeni fikirlerin ve kültürel anlayışların oluşmasını sağlar. Bu etkileşimde, kültürel değişim ve ortak değerler önemlidir. Örneğin, İslam ve Batı medeniyetleri arasında yapılan ticaret ve kültürel alışveriş, her iki taraf için de yenilikçi gelişmelere yol açmıştır.
  • Barışçıl Birliktelik: Medeniyet yaklaşımı, farklı kültürlerin bir arada yaşamasına olanak tanır ve bu birlikteliği sağlamak için gerekli anlayışın geliştirilmesini amaçlar. Kültürel çeşitlilikleri kutlayarak, hoşgörüyü teşvik eder.

Geçmişin Işığında Günümüzdeki Olayları Yorumlama

Tarih, kültür ve medeniyetimizi anlamak, bugünü yorumlamamızda büyük bir öneme sahiptir:

  • Kritik Düşünce: Geçmişte yaşanan olayları analiz ederek, günümüzdeki durumları daha iyi anlamak mümkündür. Örneğin, 20. yüzyılda yaşanan iki dünya savaşı, uluslararası ilişkilerdeki dengeyi etkileyen faktörleri anlamamıza yardımcı olur. Bu tür bir analiz, bugünkü siyasi kararlara dair daha bilinçli yorumlar yapmamıza izin verir.
  • Çatışmaların Anlaşılması: Geçmişte yaşanan çatışmaları ve toplumsal ayrışmaları incelemek, günümüzde benzer sorunlarla başa çıkmak için gerekli dersleri çıkarma fırsatı sunar. Sınıf, etnik veya dini temellerde yaşanan çatışmalar, tarihsel kökenleri araştırılarak çözülebilir.
  • Kültürel Mirasın Değeri: Tarihi olayların ve kültürel mirasların anlaşılması, toplumların inşa edilmesinde temel bir rol oynar. Geçmişin izlerini anlamak, daha anlamlı bir gelecek için gereken toplumsal yapıların oluşturulmasına yardımcı olur. Kültürel miras, geçmiş ile gelecek arasında bir köprü işlevi görür.
  • Toplumsal Değişim ve Yenilikçilik: Tarih boyunca yaşanan sosyal değişim süreçlerini anlamak, bugünkü toplumların ne şekilde dönüşüm geçirdiğini izlemek için fırsat sunar. Tarih bize, değişimi nasıl yönlendirebileceğimiz ve hangi adımları atmamız gerektiği konusunda bilgiler verir.

Günümüz Türkiye’sini Yorumlamak: Süreklilik, Kırılma ve Gelecek Perspektifleri

Günümüz Türkiye’sinde 2024-2025 yıllarında gözlemlenen siyasi, sosyal ve ekonomik olaylar, izole ve anlık gelişmelerden ibaret değildir; aksine kökleri yüzlerce, hatta binlerce yıl öncesine uzanan tarihsel bir diyalektiğin, medeniyet kodlarının ve yapısal dönüşümlerin günümüzdeki tezahürleridir.

Güncel olayları anlamak için üç temel analitik sütun kullanılabilir:

  • Devlet Aklı ve Geleneği: Türk siyasi kültürünün ve tarihinin merkezinde yer alan, devletin varlığının ve bütünlüğünün (bekasının) her türlü mülahazanın üzerinde tutulduğu ilkesidir. Bu gelenek, İslamiyet öncesi Türk kağanlıklarından Osmanlı İmparatorluğu’na ve modern Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan bir süreklilik arz eder. Özellikle kriz ve beka tehdidi algılanan olağanüstü durumlarda, devletin muhafazası için mevcut hukuk ve ahlak kurallarının ötesinde hareket etmeyi meşru gören bir siyasi tavır olarak tezahür eder. Bu kavram, Türkiye’nin hem iç hem de dış politikasındaki birçok reaksiyonel ve pragmatik hamleyi anlamak için vazgeçilmez bir araçtır.
  • Medeniyet Tasavvuru: Bir toplumun kendini, çevresini ve dünyayı anlamlandırdığı kolektif değerler, kurumlar, inançlar ve dünya görüşleri bütünüdür. Türk medeniyet tasavvuru, tek bir katmandan oluşmaz; aksine, farklı tarihsel dönemlerden süzülerek gelen ve birbiriyle etkileşim içinde olan katmanların bir bileşkesidir. Bu katmanlar arasında İslamiyet öncesi Orta Asya bozkır kültürü ve töre anlayışı, İslamiyet’in kabulüyle şekillenen ve adalet, ilim, ahlak gibi kavramlarla zenginleşen Türk-İslam sentezi ve son olarak 19. yüzyıldan itibaren devletin ve toplumun yapısını kökten değiştiren Batılılaşma/modernleşme projesi bulunmaktadır. Günümüzdeki kültürel ve siyasi tartışmaların çoğu, bu farklı medeniyet katmanları arasındaki gerilimden ve uyum arayışından kaynaklanmaktadır.
  • Tarihsel Kırılma Noktaları: Türk tarihinin seyrini değiştiren ve bugünkü yapısal sorunların temelini atan büyük dönüşüm anları şunlardır: Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya göçü ve yerleşik hayata geçişi, İslamiyet’in bir medeniyet projesi olarak kabulü, Anadolu’da Selçuklu ve ardından üç kıtaya yayılan Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşu, 19. yüzyılda “devleti kurtarma” amacıyla başlayan sancılı Batılılaşma süreci ve nihayetinde imparatorluktan ulus-devlete geçişi simgeleyen Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşudur. Bu tarihsel kırılmalar, sadece bir rejim veya coğrafya değişikliği değil, aynı zamanda kimlik, meşruiyet ve aidiyet gibi temel kavramların yeniden tanımlandığı, günümüzdeki siyasi ve toplumsal fay hatlarını oluşturan süreçlerdir.

Medeniyetin Kökleri: Türk Kültür ve Devlet Geleneğinin Kurucu Kodları

Günümüz Türkiye’sinde gözlemlenen siyasi reflekslerin, toplumsal değer yargılarının ve kurumsal yapıların kökenlerini anlamak, medeniyetin derin katmanlarına inmeyi gerektirir.

  • Bozkırdan İmparatorluğa Devlet Anlayışı: Töre, Adalet ve Hakimiyet: Türk devlet geleneğinin en belirgin ve kalıcı özelliği, devletin toplum hayatındaki merkezi ve kurucu rolüdür. Bu anlayışın kökenleri, İslamiyet öncesi Orta Asya’ya, özellikle Göktürk ve Uygur kağanlıklarına kadar uzanır. Bu dönemde devletin temelini, yazılı olmayan ancak herkesin, hatta hükümdarın bile uymakla yükümlü olduğu bir anayasa niteliğindeki “töre” oluşturmaktaydı. Töre, sadece bir kurallar bütünü değil, aynı zamanda toplumsal düzeni, adaleti ve devletin meşruiyetini sağlayan bir ilkeydi. “İl tutup töreyi düzene soktum” ifadesi, devlet kurma eylemi ile hukuku tesis etme eyleminin birbirinden ayrılamaz olduğunu göstermektedir. Törenin bozulması, devletin çökmesiyle eş anlamlı görülüyordu.
    • Bu gelenek içerisinde devlet, sadece bir güç ve hakimiyet aygıtı olarak değil, aynı zamanda halkına karşı sorumlu bir yapı olarak da kodlanmıştır. “Halk devlet için değil, devlet halk içindir” anlayışı, yöneticilere halkı aç bırakmama, giydirme ve genel olarak refah içinde yaşatma görevini yüklemiştir. Bu hizmet devleti anlayışı, devlet-millet bütünlüğünün temelini oluşturmuştur.
    • Türklerin İslamiyet’i kabul etmesiyle birlikte, mevcut devlet anlayışı yeni ve evrensel kavramlarla zenginleşerek bir senteze ulaşmıştır. İslamiyet öncesi dönemden gelen “töre” ve “adalet” anlayışı, İslam’ın “adalet”, “hakkaniyet” ve “nizam-ı âlem” (dünya düzenini sağlama) gibi idealleriyle birleşmiştir. Osmanlı devlet felsefesinde adalet, mülkün (devletin) temeli olarak kabul edilmiş ve altı asır süren yönetimin meşruiyet kaynağı olmuştur. Bu anlayışta devlet, mutlak bir kardeşlik esasına dayanan, toplumdaki zümre farklarını kaldıran ve ahlaki esasları gözeten bir yapı olarak görülmüştür.
    • Bu tarihsel evrimin bir sonucu olarak, Türk siyasi kültüründe devlet, en yüce değer olarak kodlanmış ve onun varlığının korunması (bekası) her türlü bireysel veya toplumsal menfaatin üzerinde tutulmuştur. Bu durum, “devlet aklı” doktrininin kökenini oluşturur. Bu doktrine göre, devletin meşruiyeti kendine içkindir ve varlığını korumak için başvurulacak her yöntem mubah sayılabilir.
    • Toplumsal Harç: Ahlak, Değerler ve Kurumlar: Bir medeniyeti ayakta tutan sadece siyasi ve askeri yapılar değil, aynı zamanda o medeniyeti oluşturan insanların paylaştığı manevi değerler, ahlak kuralları ve kültürel kodlardır. Türk kültürünün manevi unsurları; dil, din, örf ve adetler, dünya görüşü ve ahlak kurallarının bir bütününden oluşur. Bu değerler, nesilden nesile destanlar, efsaneler, menkıbeler, atasözleri ve masallar gibi halk kültürü ürünleriyle aktarılmıştır ve toplumun kolektif hafızasını oluşturur.
      • Türk ahlak anlayışının temelinde yiğitlik, kahramanlık, cesaret, onur, dürüstlük, merhamet ve misafirperverlik gibi erdemler yatar. “Alp” ve “gazi” tiplemeleri, bu ahlakın idealize edilmiş formlarıdır ve yüksek karakterli, inançlı, korkusuz ve milliyetperver insanı temsil eder. Bu değerler sistemi sadece bireysel ilişkileri değil, aynı zamanda devlet anlayışını da şekillendirmiştir. Örneğin, Türk kültüründe “aklık” kavramı sadece fiziksel temizliği değil, aynı zamanda arılığı, yüceliği ve ululuğu simgeler.
      • Bu değerler sistemi, statik değildir; tarihsel süreç içerisinde coğrafi, dini ve kültürel etkileşimlerle dönüşüme uğramıştır. Ancak bu değişimlere rağmen, bağımsızlık ruhu, devlete olan bağlılık, aileye verilen önem ve misafirperverlik gibi temel kodlar, Türk kültürünün süreklilik arz eden unsurları olarak varlığını korumuştur. Bu manevi harç, toplumsal yapının ve sosyal ilişkilerin temel bağlarını oluşturur; iyilik, doğruluk, şefkat, sadakat ve vefa gibi değerler, toplumsal hayatı anlamlı kılan unsurlardır.
  • Medeniyetin Özgün Kurumları: Ahilik ve Vakıf Sistemi: Türk-İslam medeniyeti, sadece soyut değerler ve devlet felsefesi üretmekle kalmamış, aynı zamanda bu değerleri toplumsal hayatta somutlaştıran özgün sosyo-ekonomik kurumlar da vücuda getirmiştir.
  • Ahilik Teşkilatı: 13. yüzyılda Anadolu’da ortaya çıkan Ahilik, basit bir esnaf ve sanatkâr birliğinin çok ötesinde bir anlam taşır. Ahi Evran tarafından temelleri atılan bu teşkilat; ahlak, akıl, bilim ve çalışmayı dört temel esas olarak kabul eden, çok yönlü bir sosyo-ekonomik ve kültürel yapıdır. Ahilik, kelime anlamı olarak kardeşliği, dostluğu ve yardımseverliği ifade eder.
  • Mesleki Eğitim ve Liyakat: Ahilik, bir mesleğe girişi ve o meslekte yükselmeyi (yamak-çırak-kalfa-usta) sıkı bir eğitim ve liyakat sistemine bağlamıştır.
  • Kalite Kontrolü ve Tüketici Hakları: Ahilik, günümüzdeki standardizasyon ve tüketici koruma kavramlarının tarihsel bir öncüsüdür. Kalitesi bozuk mal üreten, tüketiciyi aldatan veya fahiş fiyatla mal satan esnaf, meslekten ihraç edilebilirdi.
  • Ekonomik Düzen ve Sosyal Güvenlik: Ahilik, serbest piyasanın yıkıcı rekabetini dengeleyen bir yapı sunuyordu. Her birliğin “Orta Sandığı” adı verilen bir yardım fonu vardı. Bu sandık, zor durumdaki üyelere kredi verir, sosyal güvenlik sağlar ve onları tefecilerden korurdu.
  • Toplumsal ve Siyasi Rol: Ahilik, Moğol istilası sonrası dağılan Anadolu’da toplumsal düzenin yeniden kurulmasında ve Osmanlı Devleti’nin kuruluş sürecinde önemli destekler sunarak devlet geleneğinin devamlılığına katkıda bulunmuştur.
  • Vakıf Medeniyeti: Vakıf sistemi, Türk-İslam medeniyetinin sosyal adalet ve yardımlaşma anlayışının en somut ve kalıcı ifadesidir. Arapça kökenli “vakf” kelimesi, bir malı durdurmak, kişisel mülkiyetten çıkarıp ebediyen kamu yararına tahsis etmek anlamına gelir. Bu sistemin temelinde, herhangi bir zorlama olmaksızın, tamamen “Allah rızası” kazanma niyetiyle bireylerin servetlerini toplumun hizmetine sunması yatar.
    • Vakıflar, cami, medrese, hastane, kervansaray, imaret (aşevi), köprü, çeşme gibi insanların doğrudan faydalandığı, kâr amacı gütmeyen hizmet kurumlarından (Hayrât) ve bu kurumların masraflarını karşılamak için gelir getiren mülklerden (Akarât) oluşur.
    • Bu yapı sayesinde vakıflar, devlet bütçesine yük olmadan kendi kendilerini finanse eden sürdürülebilir bir model oluşturmuşlardır. Selçuklular ve özellikle Osmanlılar döneminde vakıflar, günümüzde devletin temel görevleri arasında sayılan birçok hizmeti yürütmüştür.
    • Vakıf sistemi, günümüz sivil toplum kuruluşlarının (STK) tarihsel bir prototipi olarak görülebilir, ancak vakfedilen malın “ebediyen” kamuya tahsis edilmesi ve dini/ahlaki motivasyon gibi temel farkları bulunur.

İki Yüzyıllık Yol Ayrımı: Modernleşme, Kimlik ve Devletin Yeniden İnşası

Günümüz Türkiye’sinin siyasi ve toplumsal yapısını şekillendiren en temel dinamikler, Osmanlı İmparatorluğu’nun son iki yüzyılında başlayan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla radikal bir boyut kazanan modernleşme sürecinden alır.

  • Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Miras Kalan Gerilimler: “Denge Siyaseti” ve Batılılaşma: 18. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu, askeri alanda Batılı güçler karşısında yaşadığı yenilgiler ve toprak kayıpları neticesinde ciddi bir zayıflama sürecine girmiştir. İmparatorluk, varlığını sürdürebilmek için Avrupalı büyük güçlerin kendi aralarındaki çıkar çatışmalarından faydalanarak hassas bir “denge siyaseti” izlemek zorunda kalmıştır.
    • Bu dışsal baskı ve içsel zafiyet, Osmanlı yönetici elitini devleti kurtarmak için köklü reformlar yapmaya itmiştir. Başlangıçta askeri alanda başlayan reformlar, zamanla kaçınılmaz olarak idari, hukuki ve toplumsal alanlara yayılmıştır. 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı, modern bir devlet yapısının temellerini atmıştır.
    • Bu modernleşme/Batılılaşma süreci, Osmanlı toplumunda derin ve kalıcı gerilimler yaratmıştır. Reformlar “tepeden inmeci” bir yöntemle hayata geçirilmiş, bu da reformları uygulayan “merkez” ile bu reformlara şüpheyle yaklaşan “çevre” arasında bir yarılma yaratmıştır. Batılı kurumların ithal edilmesi, devletin geleneksel meşruiyet kaynakları olan Şeriat ve örfi hukuk ile çatışmış, devletin ve toplumun ruhunda bir “ikilik” yaratmıştır.
  • Ulus-Devletin İnşası: Laikleşme ve Türklük Projesi: Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’te kuruluşu, Osmanlı modernleşme projesinde bir sürekliliği temsil etse de, aynı zamanda hedefleri ve yöntemleri açısından radikal bir kopuşu ifade eder. Cumhuriyet’in kurucu kadroları, enkazın üzerinde homojen, laik ve Batılı bir ulus-devlet inşa etmeyi hedeflemiştir.
    • Laikleşme Projesi: Cumhuriyet’in kurucu eliti, geri kalmışlığın temel nedeni olarak dinin siyaset, hukuk ve eğitim üzerindeki etkisini görmüştür. Halifeliğin kaldırılması, tüm eğitim kurumlarının devlete bağlanarak medreselerin kapatılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, şer’i hukukun tasfiyesi ve Harf Devrimi gibi devrimler hayata geçirilmiştir. Nihayetinde 1937’de laiklik ilkesinin anayasaya girmesiyle bu süreç kurumsal olarak tamamlanmıştır.
    • Kimlik İnşası ve Türklük Projesi: Cumhuriyet’in ikinci temel projesi, Osmanlı’nın çok dinli ve çok etnikli “millet sistemi”ne dayalı tebaa anlayışından, “Türklük” temelinde birleşmiş homojen bir ulusun “vatandaş”ını yaratmaktı. 1924 Anayasası, Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi “Türk” olarak tanımlamış, ancak pratikte kültürel bir homojenleştirme projesini beraberinde getirmiştir.
  • Günümüzdeki Yankılar: Tarihsel Kutuplaşmanın Modern Siyasete Etkisi: Osmanlı’nın son döneminde başlayan ve Cumhuriyet ile radikalleşen modernleşme sürecinin yarattığı fay hatları, günümüz Türkiye siyasetinin temel dinamiklerini oluşturmaktadır. Bu süreçte ortaya çıkan “merkez-çevre” ayrımı, modern Türk siyasetinin anahtar kavramlarından biri haline gelmiştir.
    • Günümüzdeki siyasi kutuplaşma, büyük ölçüde bu tarihsel yarılmanın bir devamı niteliğindedir. Siyasi partiler ve ideolojiler, bu merkez-çevre çatışmasının farklı taraflarında konumlanarak kimliklerini inşa ederler. Siyasi tartışmalar, rasyonel politika zemininden çıkarak, kimlikler, semboller ve yaşam tarzları üzerinden yürütülmesine neden olmaktadır.
    • Türkiye’nin modernleşme süreci, Batı’nın emperyalist emellerine karşı devleti koruma ve güçlendirme amacıyla başlamış, ancak bunu yaparken devleti ve toplumu Batılı kurumlar, yasalar ve değerlerle dönüştürmüştür. Bu durum, Türk kolektif kimliğinde ve siyasetinde kalıcı bir “ikilik” (duality) yaratmıştır: Bir yanda, çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma hedefiyle Batı’nın bir parçası olma arzusu; diğer yanda ise Batı’ya karşı duyulan tarihsel bir güvensizlik ve kimlik kaybı endişesi.

Günümüz Siyaset Sahnesi: İç ve Dış Dinamiklerin Tarihsel Perspektiften Analizi

  • Türk Dış Politikasında “Stratejik Otonomi”: Yeni Osmanlıcılık mı, Denge Siyaseti mi?: 21. yüzyılın üçüncü on yılında Türk dış politikası, değişen küresel güç dengeleri içerisinde kendine yeni bir rol biçme arayışıyla karakterize olmaktadır. Bu arayışın merkezinde, “stratejik otonomi” kavramı yer almaktadır. Stratejik otonomi, Türkiye’nin geleneksel ittifaklarına bağlı kalırken, kendi ulusal çıkarları doğrultusunda bağımsız hareket etme, farklı güç merkezleriyle pragmatik ilişkiler kurma ve kendi etki alanını genişletme kapasitesini ifade eder.
    • Bu politika, birçok yönden 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun varlığını sürdürmek için izlediği “denge siyaseti”nin modern bir yankısı olarak okunabilir. Tıpkı o dönemde olduğu gibi, bugün de Türkiye, büyük güçler arasındaki rekabetten faydalanarak kendine bir manevra alanı yaratmaya çalışmaktadır.
    • Ancak günümüzdeki stratejik otonomi arayışı, sadece bir beka refleksinden ibaret değildir. Türkiye, artık pasif bir denge unsuru değil, kendi bölgesinde oyun kurucu bir “orta güç” (middle power) olma iddiasındadır. Dış politika, aynı zamanda iç politikada milliyetçi ve muhafazakâr tabanı konsolide etmek için güçlü bir araç olarak kullanılmaktadır. Hükümet, dış politikadaki bağımsız ve iddialı duruşu, “yükselen Türkiye” anlatısının bir parçası olarak sunmaktadır. Tüm bu iddialı ve ideolojik söylemlere rağmen, Türk dış politikasının temelinde tarihsel “devlet aklı”nın pragmatizmi yatmaktadır.
  • İç Siyasette Süreklilik ve Değişim: Başkanlık Sistemi ve Kutuplaşmanın Yönetimi: 2024-2025 dönemi, Türkiye iç siyasetinde önemli dinamiklerin ve değişim sinyallerinin gözlemlendiği bir süreç olmuştur. Bu sürecin en belirleyici olayı, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde ana muhalefet partisi CHP’nin, uzun bir aradan sonra ülke genelinde birinci parti konumuna yükselmesidir. Bu sonuç, 2017 anayasa değişikliği ile geçilen Başkanlık Sistemi’nin sürdürülebilirliği ve meşruiyeti hakkındaki tartışmaları yeniden alevlendirmiştir.
    • Güncel siyasi rekabet, laik-muhafazakâr ayrımı, kimlik siyaseti ve milliyetçilik, ve tarihsel referansların sıkça kullanımı gibi tarihsel kutuplaşma eksenleri üzerinde devam etmektedir. Başkanlık sistemi, bu kutuplaşmış yapıyı yönetmek yerine, “kazanan her şeyi alır” mantığıyla onu daha da keskinleştirme potansiyeli taşımaktadır. Ancak 2024 yerel seçim sonuçları, seçmenin bu kutuplaşma siyasetinden yorulduğuna ve özellikle ekonomik sorunlar gibi somut meselelere odaklandığına dair işaretler de sunmaktadır.
  • Göç ve Entegrasyon Krizi: Balkanlardan Suriye’ye Tarihsel Bir Karşılaştırma: Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle tarih boyunca bir göç ülkesi olmuştur. Ancak günümüzde karşı karşıya olunan ve yaklaşık 3.6 milyon Suriyeli mülteciyi içeren göç dalgası, hem ölçeği hem de niteliği itibarıyla Türkiye’nin tarihsel tecrübelerinden önemli farklılıklar göstermektedir.
    • Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Balkanlar, Kafkaslar ve Kırım gibi eski Osmanlı topraklarından gelen göçmenler, ulus-devlet inşa projesinin bir parçası olarak görülmüştür. Gelen göçmenler, homojen bir “Türk” ulusu yaratma hedefi doğrultusunda planlı bir şekilde Anadolu’nun farklı bölgelerine yerleştirilmiş ve hızla asimile edilerek vatandaşlık haklarına kavuşturulmuştur.
    • Suriye iç savaşının başladığı 2011 yılında Türkiye, başlangıçta “açık kapı” politikası izlemiş ve gelen Suriyelilere “geçici koruma” statüsü vermiştir. Ancak savaşın uzaması ve mülteci sayısının milyonları bulması, bu geçici yaklaşımı sürdürülemez kılmıştır. Balkan göçmenlerinin aksine, Suriyeliler için uzun süre kalıcı bir entegrasyon stratejisi geliştirilmemiş, bu da onları hukuki, sosyal ve ekonomik bir belirsizlik içinde bırakmıştır.
    • Suriyeli mültecilerin büyük çoğunluğu, kayıt dışı ekonomide, genellikle düşük ücretlerle çalışmaktadır. Bu durum, özellikle emek-yoğun sektörlerde yerli işçiler için bir ücret baskısı yaratmış ve yerel halkla mülteciler arasında ekonomik temelli gerilimlere yol açmıştır. Toplumda artan yabancı karşıtlığı, sosyal uyum sorunları ve kamu hizmetlerindeki yük, günümüz Türkiye’sinin en önemli toplumsal sorunları arasında yer almaktadır.

Ekonomi-Politik Bir Bakış: Tarihsel Kurumlar ve Günümüzün Ekonomik Meseleleri

Türkiye’nin 2024-2025 döneminde yaşadığı ekonomik zorluklar, sadece güncel politika tercihleri veya küresel konjonktür ile açıklanamayacak kadar derin köklere sahiptir. Yüksek enflasyon, ekonomik adaletsizlik ve enerji güvenliği gibi temel meseleler, aynı zamanda Türkiye’nin tarihsel kurumlarının, zihniyet kalıplarının ve medeniyet kodlarının birer yansımasıdır.

  • Enflasyon ve Fiyat Kontrolü: Osmanlı Narh Sisteminden Günümüz Para Politikasına: Günümüz Türkiye ekonomisinin en kronik ve yakıcı sorunu, yüksek ve yapışkan enflasyondur. Enflasyonla mücadele kapsamında son dönemde ortodoks para politikalarına geçiş yapılmış olsa da, bu süreç siyasi ve toplumsal düzeyde ciddi tartışmalara ve sancılara neden olmaktadır.
    • Osmanlı Devleti, özellikle temel tüketim mallarında fiyat istikrarını sağlamak ve tüketiciyi aşırı fiyat artışlarından korumak amacıyla yüzyıllar boyunca “narh” sistemini uygulamıştır. Bu uygulama, İslam hukukunun kamu yararını gözetme ve karaborsacılık ile spekülasyonu yasaklama ilkelerine dayanıyordu. Devlet, piyasaya doğrudan müdahale ederek fiyatları kontrol altında tutmayı birincil görevi sayıyordu.
    • Bu tarihsel pratik, Türk siyasi kültüründe “devletin ekonomiye müdahale etme” geleneğini ve halk nezdinde de bu yönde bir beklentiyi kökleştirmiştir. Diğer yandan, Osmanlı maliye tarihinde, hazineye ek gelir sağlamak amacıyla paranın içindeki değerli maden oranının düşürülmesi (tağşiş) veya paranın ağırlığının azaltılması anlamına gelen “sikke tashihi” uygulamaları da mevcuttur. Bu ikili miras, günümüzde de para politikasının bağımsızlığı ve siyasi hedeflerle uyumu konusundaki tartışmaları besleyen tarihsel bir arka plan oluşturmaktadır.
  • Ekonomik Adaletsizlik ve Bölüşüm Sorunu: Ahilik ve Vakıf Ruhunun İzinde: Türkiye’nin 2024-2025’teki bir diğer önemli yapısal sorunu, artan ekonomik adaletsizlik, gelir dağılımındaki bozukluk ve yoksulluktur.
    • Ahilik Ruhu ve İş Ahlakı: Ahilik teşkilatı, ekonomik faaliyeti sadece bir kazanç kapısı olarak değil, aynı zamanda bir ahlak ve hizmet alanı olarak görmüştür. “Hak ettiğinden fazlasını istememek”, “hileli ve kalitesiz mal üretmemek”, “müşteriyi aldatmamak” gibi ilkeler, sistemin temelini oluşturuyordu. Ahilikteki “Orta Sandığı” gibi sosyal dayanışma mekanizmaları, üyeler arasında bir güvenlik ağı oluşturarak zayıf olanı koruyordu.
    • Vakıf Ruhu ve Bölüşüm Adaleti: Vakıf sistemi ise, servetin bölüşümüne yönelik tarihsel ve gönüllü bir çözüm modeli sunmuştur. Zengin bireylerin, servetlerinin bir kısmını karşılıksız olarak kamuya hizmetlere tahsis etmesi, servetin özel mülkiyetten toplumsal mülkiyete aktarılmasını sağlamıştır. Bu durum, gelir dağılımındaki eşitsizlikleri doğal yollarla törpüleyen ve devletin sosyal yükünü hafifleten bir mekanizma işlevi görmüştür.
  • Geleceğe Yatırım: Enerji Stratejisi ve Yeşil Dönüşüm: Türkiye’nin 21. yüzyıldaki enerji stratejisi, tarihsel “devletin bekası” ve stratejik bağımsızlık arayışının modern bir tezahürü olarak okunabilir. Enerjide büyük ölçüde dışa bağımlı bir ülke olan Türkiye için enerji arz güvenliğini sağlamak, kaynak ve güzergâh çeşitliliği yaratmak ve enerjide bölgesel bir ticaret merkezi olmak, ulusal güvenliğin ve ekonomik istikrarın temel unsurları olarak görülmektedir.
    • “Türkiye’nin Enerji Verimliliği 2030 Stratejisi ve II. Ulusal Enerji Verimliliği Eylem Planı” bu hedeflere ulaşmak için kapsamlı bir çerçeve sunmaktadır. Temel hedefler arasında; 2030 yılına kadar birincil enerji tüketiminde %16’lık bir azalma sağlamak, 100 milyon ton karbondioksit emisyonunu azaltmak ve GSYİH başına tüketilen enerji miktarını %15 düşürmek yer almaktadır.
    • Bu strateji, iki temel eksende ilerlemektedir: Verimlilik ve Tasarruf ile Yeşil Dönüşüm ve Yerli Kaynaklar. Türkiye, enerji sepetindeki yerli ve yenilenebilir kaynakların payını artırmayı hedeflemektedir. Nükleer enerjinin de enerji sepetine dahil edilmesi, bu kaynak çeşitlendirme stratejisinin bir diğer önemli ayağıdır.

Sonuç: Medeniyet Tasavvurunun Geleceği

Günümüz Türkiye’sini şekillendiren olaylar, derin tarihsel ve medeniyetsel köklere sahiptir. Türkiye’nin bugünkü siyasi, sosyal ve ekonomik manzarası, iki temel eksen arasındaki dinamik gerilim tarafından belirlenmektedir: Bir yanda, güçlü bir “devlet geleneği”; diğer yanda ise modernleşme sürecinin yarattığı derin “kimliksel fay hatları”. Bu durum hem zorluklar hem de fırsatlar barındırır.

Zorluklar:

  • Güçlü ve merkeziyetçi devlet geleneği, kriz anlarında veya beka tehdidi algılandığında, bireysel hak ve özgürlükleri, hukukun üstünlüğünü ve sivil toplumu sınırlama riski taşımaktadır.
  • Modernleşme sürecinin yarattığı tarihsel kutuplaşma, toplumun farklı kesimleri arasında diyalog ve uzlaşı zeminini ortadan kaldırmakta, siyaseti bir kimlik mücadelesine indirgemektedir.

Fırsatlar:

  • Ahilik ve Vakıf gibi medeniyetin özgün kurumları, günümüzün vahşi kapitalizminin yarattığı ekonomik adaletsizlik, israf ve ahlaki erozyon gibi sorunlara karşı ilham verici modeller sunmaktadır.
  • Osmanlı’dan miras kalan “denge siyaseti” geleneği, günümüzün çok kutuplu ve belirsiz dünya düzeninde Türkiye’ye önemli bir jeopolitik esneklik ve manevra kabiliyeti sağlamaktadır.
  • Türk-İslam medeniyetinin temel değerleri olan adalet, liyakat ve istişare, modern devlet yönetiminin temel sorunları olan kayırmacılık, keyfilik ve şeffaflık eksikliğine karşı güçlü birer ahlaki ve kurumsal panzehir potansiyeli taşımaktadır.

Türkiye’nin önüne koyduğu 2053 ve 2071 gibi uzun vadeli vizyonlar, sadece ekonomik büyüme, teknolojik ilerleme veya jeopolitik güç hedeflerinden ibaret değildir. Bu vizyonların gerçekleşmesi, her şeyden önce derin bir medeniyet tasavvuru ve bu tasavvur etrafında şekillenecek yeni bir toplumsal uzlaşıyı gerektirmektedir. Geleceğin Türkiye’sini inşa etmek, ne tarihin reddiyle ne de nostaljik bir taklidiyle mümkündür. Çözüm, tarih ve medeniyetin derinlikli bir muhasebesini yaparak, oradan süzülen adalet, liyakat, istişare, dayanışma ve hizmet ahlakı gibi evrensel değerleri, 21. yüzyılın gerçekleri ve ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yorumlayıp hayata geçirmekte yatmaktadır.

Blogu Sesli Özet olarak dinleyelim

07.5. Tarih, Kültür ve Medeniyetimiz Işığında Günümüzdeki Olayları Yorumlama – Mehmet KÖŞK


BİLSEK GENÇLİK KULÜBÜ sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

BİLSEK GENÇLİK KULÜBÜ sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin